Sosyal Haberler

BİR YÜRÜYÜŞÇÜ GÖZÜYLE İSTANBUL SAHİLLERİ: GÖZLEMLER VE ÖNERİLER

NASIL BİR GEZİ PLANLADIM?

2015 yılının Ramazan Bayramı’ nda Toros Dağları’ nda bir trekking gezisine katılmak istiyordum. Ancak, tarihlerin bana uymaması nedeniyle katılamadım. Dolayısıyla, bu bayramda İstanbul’ da kalacaktım. Ben, İstanbul’ da ağırlıklı olarak Caddebostan-Bostancı arasında düzenli yürüyüş ve koşu yapmaya çalışırım. Bunun dışındaki birçok yürüyüşe uygun alanlarda da yürüyorum. En çok da Küçük Çamlıca parkurunu seviyorum. Düz yolda yürümekten hoşlanmıyorum. Engebeli arazilerde yürümek daha hoşuma gidiyor. Çünkü, çocukluğum Kayseri-Adana arasındaki Toros sıradağlarının Aladağlara yakın yamaçlarında geçti. Dolayısıyla, buna benzer bölgeler arıyorum. Olmazsa da, olanla yetinmek durumunda kalıyoruz.

Sonuç olarak, Arife ile birlikte üç buçuk günlük Ramazan Bayramı tatilinde İstanbul’ da kalacağım belli olunca, İstanbul içinde uzun yürüyüşler yapmaya karar verdim. Bu yürüyüşlerde de hem yürüyecek, hem de gözlemler yapacaktım.

Gözlemlerde başlıca:

  • Yürüyüş yolunun yürümeye ne derecede uygun olduğu,
  • Yürümeyi zorlaştıran engeller,
  • Yol üzerindeki parkların durumu,
  • Deniz suyunun temizliği,
  • Denize giriş olanakları,
  • Halkın kıyıya ve denize erişim olanakları,
  • Halkın yolları ve parkları kullanım biçimi,
  • Forma giymiş Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş taraftarlarının oranları

gibi gözlemler yaparak, ileriye yönelik bazı öneriler geliştirmeyi hedefledim.

Geliştirdiğim önerileri yazmayı, belediye yetkililerine, hükümet görevlilerine, basına ve kamuoyuna göndermeyi de –eğer işe yarayacak öneriler çıkarsa- planladım.

Yalnızca sahiller boyunca yürümeyi planladım. Zamanım kısıtlıydı. Çünkü Arife günü olan 16 Temmuz 2015 Perşembe günü de saat 17:30’ a kadar çalışıyordum.

Şöyle bir plan yaptım:

16 Temmuz 2015 Perşembe akşamı: Haliç etrafı yürüyüşü

17 Temmuz 2015 Cuma günü: Kabataş – Sarıyer sahili yürüyüşü

18 Temmuz 2015 Cumartesi günü: Eminönü-Avcılar arası sahili yürüyüşü

19 Temmuz 2015 Pazar günü: Üsküdar-Anadolu Kavağı arası sahil yürüyüşü

YÜRÜYÜŞ PROGRAMINI UYGULAYABİLDİM Mİ?

Evet. Aşağı yukarı yakın olarak uygulayabildim. Perşembe akşam üzeri Haliç etrafını yürüyerek dolaştım.

Cuma günü, Kabataş’ tan Sarıyer’ e kadar yürüdüm. Rumeli Kavağı’ na devam edemedim. Çünkü artık geç olmuştu, ayrıca çok da gerekli görmedim.

Cumartesi günü, Eminönü Sarayburnu sahili boyunca, Küçükçekmece sahile kadar yürüdüm. Geç olduğu için Avcılar’ a devam edemedim.

Pazar günü ise tersinden başlamaya karar verdim. Otobüsle Anadolu Kavağı’ na kadar gittim. Oradan Üsküdar’ a kadar yürümek üzere yola çıktım ve bu sahil turunu da tamamladım.

Kadıköy-Kartal sahili, çok iyi bildiğim ve defalarca yürüdüğüm bir yol idi. Bu nedenle, bu sahil yürüyüşünü bu programa almadım.

Sonuçta, tüm İstanbul sahillerini yürüyerek gözlem yapmış bir kişi ile karşı karşıyasınız.

Önceleri bu işi, kendi yürüyüş hobim, sağlığım ve spor yapma isteğim dahilinde düşünüyordum. Ancak, “Madem bu işi yapıyorum, neden gözlemlerimi de not etmeyeyim ve akılcı önerileri yetkililere ve halkın huzuruna sunmayayım” diye düşündüm. Ve bir sorumluluk hissi duydum, bu işi bir görevliymiş gibi yapmaya başladım. Tam yapıma ve karakterime uygun olarak.

Size, bu anlayışla gözlem ve önerilerimi sunuyorum.

GÖZLEM VE ÖNERİLERİM NE ÖLÇÜDE

GÜVENİLİR VE TARAFSIZDIR?

Gözlem ve önerilerimizin oldukça objektif ve tarafsız olduğuna güvenebilirsiniz.

Biliyorum, şu sıralar yazılan ve söylenen her şeyin altında ikinci bir hesap arıyorsunuz. Aramak da gerekiyor zaten, haklısınız. Kimi siyasi hesapları nedeniyle, kimi çıkar bağlarıyla, kimi etnik önyargılarıyla, kimi dini inanışları ve kendi cemaatinin yaklaşımıyla, farklı hesaplar doğrultusunda çarpıtılmış görüşleri doğruymuş gibi ortaya koyuyor.

Bu nedenle, objektif ve bağımsız düşünen, kendi aklının ve vicdanının sesini ortaya koyan güvenilir insanları bulmak kolay değil. Ben, iyi örnekler arasında ekonomist Sayın Güngör Uras’ ı ve hukukçu yazar Sayın Taha Akyol’ u gösterebilirim. Her iki yazarı da hem başarılı, hem de tarafsız ve güvenilir buluyorum. Mutlaka başkaları da vardır ama, tüm gazeteleri takip edemediğim için, diğerleri hakkında görüş belirtemem.

Ben, şu anda tamamiyle tarafsız bir kişiliğe sahibim. 34 yıl devlet memurluğu yaptım ve soruşturmaya konu olacak tek bir durumum olmadı. Hep de yönetici görevlerde bulundum. Yanlış bulduğum durumları uyararak karşı çıktım, ama yapıcı önerilerde de bulundum. Bir doktorum, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanıyım. Hekim olduğum için, verilen hak doğrultusunda devlet görevi dışında kendi özel işim olan Gelişim Tıp Laboratuvarları’ nın yöneticiliğini de sürdürdüm. Ancak, sürekli olarak kamusal bakışımı korudum ve toplum için doğru olan ne ise, onu savundum ve destekledim.

Yani, hiçbir siyasi görüşün destekçisi değilim. Bu yönden kendimi tamamiyle özgür ve bağımsız hissediyorum. Hiçbir dini ve mezhepsel akımla bağlantım yok. Bu yönden de kendimi tamamıyla bağımsız hissediyorum. Tüm görüşlere ve akımlara karşı toleransla ve hoşgörüyle bakıyorum. Herhangi bir çıkar grubunun adamı değilim.

Kayseri Develi’ den Türkmen kökenli bir bölgeden geliyorum. Nüfus kağıdımızda İslam yazar. Ancak, bizim olduğumuz bölgede halkın İslam ile tek ilişkisi, haftada bir Cuma namazına gitmekti. Şimdi bakıyorum, bulunduğum bölge halkının gelenek ve görenekleri daha çok Şamanizmi andırıyor. Yani İç Anadolu’ nun çoğu yerinde olduğu gibi, Orta Asya Şamanizm inancıyla, İslam anlayışının gelenek ve görenekleri şekillendirdiği özgür ve toleranslı bir anlayış. Sonuçta bağnazlığımız ve tutuculuğumuz yok.

Bunları şunun için söylüyorum. Getireceğimiz önerilerden nem kapılmasın. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çekinmeyeceğiz. Bazı iyi şeyleri takdir ettiğimiz zaman, iktidarın adamı olarak nitelendirmeyin. Bazı yanlışları gündeme getirdiğimiz zaman da iktidar karşıtı ve muhalefetin adamı olarak nitelemeyin.

Aklın ve mantığın gerektirdiği doğrular ne ise, biz onu savunuyoruz. Önyargılardan ve şablonlardan bağımsız olarak.

Lütfen önerilerimizi bu gözle değerlendirin.

Sadece bir konuda beni objektif bulmayabilirsiniz. O da Fenerbahçe konusunda. Fenerbahçe Kulübünün üyesiyim ve 7 yıl Fenerbahçeliler Derneği Başkanlığı yaptım. Bu kimliğimi de her yerde gururla ortaya koyarım. Ancak bu konuda da gözlemlerimi tarafsız olarak iletmeye çaba göstereceğim.

HALİÇ KIYISI YÜRÜYÜŞÜ – 16 Temmuz 2015

Bugün Ramazan Bayramı öncesi Arife günü. Memurlara kıyak geçildi ve bugün de tatil yapıldı. Ama bizim öyle bir lüksümüz yok, çalışıyoruz. Saat 17.30’ a kadar laboratuvarda çalıştım ve doğrudan Nautilus’ un yanındaki otoparka gittim. Arabayı buraya bırakarak Marmaray’ a bindim. Şunu belirteyim, bu Marmaray açıldığından beri bizim yaşamımız değişti diyebilirim. Artık karşı tarafa geçmekten korkmuyoruz. Arabayı da götürmüyoruz. Tamamiyle toplu taşımacı olduk. Marmaray ve metroyu kullanıyoruz. Artık zamanımızı planlayabiliyoruz. Dediğimiz zamanda da, dediğimiz yerde olabiliyoruz.

Bu nedenle, ben Marmaray ile karşıya geçerken, her defa bu projeyi düşünenlere, yapanlara ve bitirenlere binlerce kez teşekkür ediyorum. Hayatımızı kolaylaştırdılar. Sağolsunlar.

10 dakikada Anadolu Yakası Ayrılık Çeşmesi İstasyonundan Sirkeci İstasyonuna geldik. Burada indim ve Sirkeci Meydanı yönündeki merdivenlere yöneldim. Metrolardaki merdivenleri yürümeyi çok seviyorum. İyi bir sportif aktivite fırsatı olarak görüyorum. Burada da merdivenleri yürüyerek çıktım. Sanıyorum 5 kademe civarında merdiven vardı. Buradan Galata Köprüsü’ ne yürüdüm ve Galata Köprüsü’ nün Haliç tarafındaki kıyısı boyunca yürüyerek Perşembe Pazarı’ na ulaştım. Planım, Perşembe Pazarı’ ndan Haliç kıyısı yürüyüşüne başlayıp, Galata Köprüsü’ nün diğer ucu olan Eminönü’ nde yürüyüşü bitirmekti.

Perşembe Pazarı’ na geldiğimde saat 18.30’ du.

Perşembe Pazarı Yöresi Düzenlenmeli

Haritada Perşembe Pazarı kıyısında, Perşembe Pazarı Parkı adıyla bir park görünüyor. Ben de hevesle yürüyüşe başladım. Küçük takaların Kadıköy’ e sefer yaptığı vapur iskelesini geçtim ve daha fazla ileriye gidemedim, çitlerle karşılaştım. Yüksekçe bariyerler çekilmişti ve çitlerin arkasında bir inşaat/düzenleme faaliyeti olduğu anlaşılıyordu. Mecburen geri döndüm ve ara sokaklardan yürüdüm. Ara sokaklar hiç de iyi görünmüyordu ve oldukça metruk haldeydi. Açık olan birkaç yerden bu çitlerin neden çekildiğini sordum. Bunların yakında çekildiğini ve sahil düzenleme çalışması yapılacağını söylediler. Açıkçası buna sevindim, tabii AVM vb. olmaması kaydıyla. Çünkü burası Galata Köprüsü’ nün hemen dibinde yer alıyor. Her gün onbinlerce turist geçiyor. Onlar da burada yürümek, dolaşmak istiyorlar. Burada düzgün ve güzel bir park, İstanbul’ un imajı ve turizm için çok iyi olur ve aciliyet taşıyor diye düşündüm.

Her yerde bu bariyerler vardı ve mecburen Unkapanı Köprüsü’ ne kadar içeri yoldan yürüdüm. İçerideki yolun bir yürüyüşçü için hiç de cazip olmadığını belirtmeliyim. Kaldırımlar dar, yoğun şekilde araba geçiyor ve çevre de yeterince bakımlı değil.

Bu şekilde Unkapanı Köprüsü’ ne kadar içeriden yürüdüm. Unkapanı Köprüsü’ nün altından geçemedim. Yayalar için bir yürüyüş yolu bulamadım. Buradan, daracık kaldırımlardan Taksim Tepebaşı’ na doğru çıktım, tekrardan sola dönerek Kasımpaşa yönüne doğru yürüdüm.

Kasımpaşa’ nın Deniz İle İlişkisi Neredeyse Yok

Hep sola doğru yürüyerek devam ettim. Umudum bir yerden deniz kıyısına çıkabilmekti. Ancak, denizi en son Galata Köprüsü’ nde gördüm, Haliç’ in Kasımpaşa kıyısında uzunca süre bir daha göremedim. Sol tarafta hep yüksek duvarlar vardı. Bunlar, genelde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ na ait binalardı ve bir kısmı da şu anda aktif olmayan Haliç Tersanesi’ ne ait alanlardı. Sağ tarafta da Kasımpaşa’ nın bakımlı olmayan, sıkışık ve üst üste yığılmış binaları görünüyordu. Yollar dar ve kaldırımlar yürümeye elverişsiz, oldukça dar görünümdeydi. Bu şekilde epeyce yürüdüm. Galata Köprüsü’ nden itibaren 5 kilometre civarında hiç denizi göremeden içerideki yollardan yürüdüm. Haliç Köprüsü’ ne yakın bir yerde deniz kıyısında bir parka ulaşabildim. Küçük ama düzenli bir parktı. Vatandaşlar mangal faaliyetindeydiler. İsmi, Hasköy Parkı olarak geçiyordu ve küçük, sevimli bir iskelesi de vardı.

Haliç Kongre Merkezi

Buradan artık önümüz açılır ve sahilden devam ederiz diye düşündüm, ancak park bitti, tekrar içeri yollara yöneldim. Sonra bir küçük park daha gördüm. Haliç Köprüsü’ nü, denizi göremeden, mahalle içi yollardan geçtim. Yine yürüyüşe elverişli olmayan yollar boyunca ilerledim, yol inşaatları var idi, muhtemelen tünel yapılıyordu. Bunları geçtim ve solda deniz kıyısında düzgün görünümlü binalara rastladım. Bunların ne binaları olduğunu sordum, kapıdaki görevli Haliç Kongre Merkezi dedi.

Haliç Kongre Merkezi gerçekten güzel görünüyordu. Oldukça da iyi konumlanmış. Önü açık ve manzarası iyi. 7 tane salon varmış. Büyük salon 3600 kişilikmiş. Oldukça yeterli sayılır. Bunu İstanbul’ a kazandıranlara teşekkür etmek gerekir. Ancak, buraya erişimin kolaylaştırılması ve çevrenin de iyileştirilmesi gerekiyor.

Sütlüce Daha İyi Konumda

Sütlüce mahallesine gelmişiz. Burası, Kasımpaşa’ ya göre biraz daha iyi binalara sahip görünüyor. Ayrıca, buradan itibaren Haliç’ in sonu Alibeyköy’e kadar çok sayıda özel üniversite binası gördüm.

Haliç Kongre Merkezi’ nden itibaren biraz yürüdükten sonra, nihayet uzunca bir parka erişebildim ve denize kavuştum. Bu park, Sütlüce ile Alibeyköy arasında yer almaktaydı. İçinde Miniatürk de yer alıyordu. Bu park içinde, sayıları fazla olmasa da sportif amaçlı yürüyen ve koşan insanlara rastladım.

Haliç’ in sonuna kadar yürüdüm. Park bitti ve tekrardan ana caddeye çıktım. Dere üzerindeki köprüyü geçtim ve Haliç’ in karşı kıyısı olan Eyüp tarafına geçtim.

Bu arada şunu belirtmeliyim, Haliç’ e akan dere oldukça kirli görünümdeydi ve neredeyse Kurbağalıdere’ yi andırıyordu. Sanıyorum buraya bir arıtma tesisi gerekiyor. Yoksa, Haliç’ in temiz hale gelmesi oldukça zor görünüyor.

Haliç suyunu genelde ne çok temiz, ne de çok kirli buldum. Derenin karıştığı Alibeyköy’ e yakın uç bölümde biraz daha bulanık, Boğaz’ a yaklaştıkça su biraz daha iyi görünüyor.Ancak, hiçbir bölümünde eskiden olduğu gibi kokuya rastlamadım. Bazı bölümlerde, denize girenlere de rastladım.

Alibeyköy Spor Kompleksi Fena Değil

Haliç’ in son kısmında, Alibeyköy Spor Kompleksi adı altında bir hayli spor tesisi gördüm. Bildiğim kadarıyla, burası daha önce bataklık halindeydi ve oldukça pis kokuyordu. Şimdi, oldukça bol ve alternatifli spor tesisleri görünüyor. Çok fazla spor yapan görmedim. Ne ölçüde aktif kullanıldığını bilmiyorum. Ancak, spor tesisleri altyapısı olarak oldukça güzel göründüğünü belirtmeliyim.

Bir de beni, Sütlüce’ den itibaren Alibeyköy’ e kadar dizilmiş bir sürü özel üniversite binaları varlığı şaşırttı. Haliç, Kültür, Bilgi ve diğerleri. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi adını da ilk burada duydum. FSM Üniversitesi adına da bir hayli binalar vardı.

Dönüş Yolu Deniz İle Daha Barışık

Haliç’ in sonundan itibaren Eyüp tarafına geçtikten sonra dönüş yolu başlıyor. Eyüp’ ten itibaren, Eminönü yönüne doğru olan Haliç yolunda yürüyüşün daha keyifli olduğunu belirtmeliyim. En azından, Kasımpaşa’ dan Alibeyköy yönüne doğru yürürken geçtiğimiz kaldırımsız yollar, 30 cm’ yi geçmeyen kaldırımda bir ayağınızın havada asılı kaldığı yollar burada yoktu. Ayrıca, sizin görüş alanınızı kapatan yüksek duvarlar da burada yoktu. Yol boyunca yürürken, Haliç’ in denizine daha yakınsınız. Sıklıkla Haliç kıyısındaki parklarla karşılaşıyorsunuz. Çoğu bölümde, deniz kıyısından yürüme imkanınız oluyor. Parkların, fena düzenlenmediğini belirtmek gerek.

Yürürken, sol tarafınızda Haliç yer alıyor, sağ tarafınızda da Piyer Loti, Eyüp Sultan ve sonunda İstanbul Surları’ nı görüyorsunuz. Karşı tarafta, Haliç Kongre Merkezi’ nin görünümü oldukça etkileyici denilebilir. Uzaktan Galata Kulesi görünüyor. Ve tabii ki yer yer Süleymaniye Camii ve diğer cami siluetleri. Sağınızda İstanbul Surları size eşlik ediyor. Yani tarih ile birlikte yürüyorsunuz.

Haliç Köprüsü ile, Unkapanı Köprüsü arasındaki alanda parkların daha uzun, daha geniş ve yürüyüşe daha uygun olduğunu gördüm.

Haliç etrafındaki yürüyüş alanlarında ve parklarda, spor amaçlı yürüyen ve koşan insanları tabii ki gördüm. Ancak bunların oranı ve yoğunluğu, bir Caddebostan-Bostancı ve İstanbul Boğazı’ nın Bebek-Sarıyer hattındaki oranlarla kıyaslanamaz durumdaydı. Halkımız, parklardan daha çok mangal faaliyeti ve piknik amacıyla yararlanıyor görünüyorlar. Tabii bu durum da, sosyokültürel yapı ve düzey ile ilişkili bir durum.

Haliç etrafı yürüyüşünün, Eminönü-Karaköy-Galata Köprüsü-Perşembe Pazarı kıyısından başlayarak, tekrardan Galata Köprüsü’ nün Eminönü tarafına gelmek üzere, toplamda 4 saat kadar sürdüğünü belirtmeliyim. Mahalle aralarına girişler de göz önüne alınırsa, 20 kilometre civarında yol yürünmüş oluyor. Fena sayılmaz. Ancak yürüyüşün Sütlüce sahiline kadar olan bölümünün zor ve sıkıntılı, Sütlüce’ den itibaren Haliç sonuna kadar ve Haliç sonundan Eminönü yönüne doğru daha keyifli olduğunu belirtebilirim.

Haliç’ in suyu bazı bölümlerde berrakça görünüyor. Denizin dibini görebildiğiniz bölümler oluyor. Denize girenlere de rastlanıyor. Ancak, kirlilik ölçümlerine bakmak gerek. Özellikle sondaki kirli dere karışımı arıtma ile engellenmeden, iyileşme sağlamak zor görünüyor.

KABATAŞ-SARIYER SAHİL YÜRÜYÜŞÜ – 17 Temmuz 2015

Ramazan Bayramı’ nın 1. günü rotamız, İstanbul Boğazı’ nın Avrupa sahili boyunca yürüyüş idi. Yine Marmaray’ dan yararlandık. Ayrılıkçeşmesi’ nden Marmaray’ a binip, Üsküdar’ da indim. Oradan Kabataş’ a binmek üzere bir takaya bindim. Taka dedikse de, bunlar iyice büyümüşler. Yüzlerce yolcu alacak hale gelmişler. Her 10 dakikada bir sefer yapıyorlar ve Kabataş / Beşiktaş’ a da 7-8 dakikada geçiyorlar.

Kabataş’ a geçmemin nedeni, Karaköy’ den itibaren yürümeye elverişli bir sahil yolu olmayışı. Karaköy-Kabataş arası genelde bina yoğunluklu ve sahil çeşitli binalarla kapatılmış durumda. Bazı yerlerde, Galataport tabelaları gördüm. Sanıyorum bu bölümlerde, Galataport düzenlemesi yapılacak. Turizm amaçlı olduğu ve ülkeye gelir getireceği için, olumlu bir proje olarak karşılamak gerek. Umarız, içinde insanların rahatça yürüyebileceği ve denize kolayca erişebileceği sahil yürüyüş yolları da bulunuyordur.

Bu nedenle, yürüyüşe Kabataş’ tan başladım. Burada küçük bir parkı geçtikten sonra Dolmabahçe Sarayı’ nın duvarları yanından yürüyorsunuz. Tabii ki sahilden yürünemiyor, bu kısmı Dolmabahçe Sarayı kapatıyor. Ancak iç kısımdaki yürüme yolları geniş ve yürümeye elverişli. Burada da tarih ile birlikte yürüyorsunuz hissine kapılıyorsunuz. Beşiktaş Meydanı’ nda tekrardan denize kavuşuyorsunuz. Burada küçük bir park var. Ayrıca kıyı düzenlemesi yapılmış. Bir hayli kafe ve restoranlar var. Deniz kenarı oldukça kalabalık. Genç ağırlıklı bir nüfus var ve modern görünüm hakim. Kıyı düzenlemesinin ve denizden yararlanmanın iyi olduğu söylenebilir.

Buradan, yürüyüşe devam ediyorum. Ancak sahil ile ilişkim yine kesiliyor. Araçların gittiği caddeye çıkıyorum. Kıyıyı tarihi yalılar işgal ediyor. Reina’ nın önünden geçiyorum. Neyse, kaldırım çok dar sayılmaz. En azından iki ayağım kaldırımda yer alıyor. Cemil Topuzlu Parkı ile denizi görüyorum. Burası iyi bir park. İstanbul Boğazı suyu temiz görünüyor. Rahatlıkla denize atlanabilir, ancak denize girişe elverişli iskeleler yok ve akıntı da çok hızlı.

Bebek’ ten İtibaren Sürekli Deniz Kenarındasınız

Buradan tekrar caddeye çıkılıyor, Les Ottomans Oteli geçiliyor, Kuruçeşme’ de sahilde park ve denizle buluşuluyor. Buradan Bebek, Rumelihisarı, İstinye, Tarabya Sahili boyunca Sarıyer’ e kadar sürekli olarak denizi görüyorsunuz. Ara ara sahilden içeri girmek zorunda kalsanız da, genelde çoğunlukla sahildesiniz. Daha önce yayalara çok uygun olmayan sahil yolu, çok iyi bir yöntemle genişletilmiş ve sahile çoğu yerde kazıklı yol yapılmış. Kazıklar üzerinde yer alan yol sayesinde, halkın kilometreler boyunca denize doğrudan erişimi sağlanıyor. Ayrıca, kazıklar arası boşluklar sayesinde, deniz daralmamış oluyor ve denizin akışı da sağlanıyor. Bence çok akılcı ve başarılı bir uygulama. Akıl edenlere de, bunu yapanlara da bir vatandaş olarak teşekkür ediyorum.

Bu uygulama iyi bir modeldir ve İstanbul Boğazı’ nın Anadolu tarafında da yaygın olarak uygulanmalıdır.

Kabataş-Sarıyer arasındaki sahil yürüyüşünün, oldukça keyifli bir yürüyüş olduğunu belirtmeliyim. Denize erişim fena değildi. Çoğunlukla deniz kıyısından yürüyorsunuz. Boğazın suyu genelde berrak ve temiz görünüyor. Yüzmeye de oldukça elverişli. Ancak akıntı çoğu yerde oldukça kuvvetli. Denize giren gençler görüyorum, ancak denize giriş merdivenleri yok denecek kadar az.

Sportif amaçlı yürüyüş yapanlar orta yoğunlukta var, ancak çoğunluk gezinti tarzında yürüyor veya banklarda oturuyor. Yabancı yoğunluğu da az görünmüyor.

Boğazın suyunun genelde temiz olduğunu söyledik ama, bir Kurbağalıdere de burada gördük. Büyükdere denilen yerde ciddi bir kirlilik görünüyor. Sanıyoruz burada bir arıtma tesisi gerekiyor.

Kabataş’ tan saat 14:00 civarında başlayan yürüyüşümüz, saat 20.30’ a kadar sürdü. Sarıyer’ i geçip, Rumelikavağı yönünde biraz gidip, geç olduğu için geri döndüm. 6.5 saat kadar yürüdüm. İçerilere girişlerle birlikte, sanıyorum 30 km kadar yol kat ettim. Böylelikle, Sarıyer’ deki Sarıyer Kulübü Çay Bahçesi’ nde peynirli-kepekli-domatesli yağsız tost ile birlikte duble çayı da hak etmiş oldum.

Buradan Hacıosman metrosuna geçtim. Tahminimden çok hızlı olarak Yenikapı’ ya ulaştım. Bu metro hattı da gerçekten çok büyük kolaylık ve oldukça da hızlı. Oradan Marmaray ve Kadıköy. Bu sayede zamanınızı artık planlayabiliyorsunuz.

Metroyu yapanlara da teşekkür ediyoruz. Aynen devam. Daha fazla metro, daha fazla tren hattı. Böylelikle, İstanbul’ un en büyük sorunu olan ulaşım da kolaylaşmış olacak.

SİRKECİ-KÜÇÜKÇEKMECE SAHİL YÜRÜYÜŞÜ-18 Temmuz 2015

İstanbul Surları Eşliğinde Deniz Kenarı Yürüyüşü

Ramazan Bayramı’ nın 2. günü olan Pazar gününün sabahında kahvaltı, gazetelerin okunması gibi sabah keyfinin arkasından Marmaray ile Sirkeci’ ye geçtim. Sirkeci Marmaray İstasyonu’ nda inip yürüyüşe başladığımda saat tam 12.00’ yi gösteriyordu. Sarayburnu sahilinde sanıyorum, ya sahil düzenlemesi, ya da tüpgeçit ile ilişkili olduğunu sandığım deniz kenarı kaldırımında bazı setler konulduğunu gördüğüm için, Marmaray’ dan Gülhane Parkı tarafına yürüdüm ve parkın içinden geçerek sahile çıktım. Sarayburnu sahili, yürünebilecek en güzel sahillerden birisi. Çünkü sağda İstanbul surları, solda Kadıköy, Üsküdar ve Adalar manzarası eşliğinde yürüyorsunuz. Bu bölümde, deniz oldukça berrak görünüyor. Ve de çok akıntılı. Boğazın tam Marmara’ ya çıkış kısmı olduğu için, burada oldukça kuvvetli bir akıntı var. Marmara, burada sanki hızlı akan bir nehir gibi görünüyor. Akıntının yönü de Boğazdan Marmara’ ya doğru. İyi yüzme bilmeyenleri alır götürür gibi bir izlenim veriyor. Burada, taşlar üzerinde güneşlenenleri gördüm. Az sayıda denize giren de gördüm. Bazıları, üst taraftan denize atlıyorlardı, neredeyse hiç kulaç sallamadan su üstünde kaldıklarında bile, hızlı yürüyen bir insan temposunda akıntıyla güneye doğru sürükleniyorlardı. Denize atladıkları yerden epeyce güneyde geri sahile çıkıyorlardı. Bunu bir oyun gibi tekrar edenlere rastladım.

Deniz temiz görünmesine rağmen, denize girişe uygun yer yoktu. Girenler de taşlar üzerinden girmekteydiler.

Sahilde, bir kısmı spor amaçlı, bir kısmı da gezinti amaçlı yürüyen insanlar vardı. Bunların bir kısmı da turistlerden oluşuyordu.

Bu şekilde, Sarayburnu sahilinde İstanbul surları boyunca 3-4 kilometre yürüdükten sonra, sanıyorum Ahırkapı denilen yerde deniz kenarından yürüme keyfim kesintiye uğradı. Nedeni de, İstanbul Boğazı’ na yapılan Tüpgeçit inşaatı idi. Tüpgeçit inşaatı nedeniyle düzenlemeler vardı ve sahil kısmı çitlerle çevrilmişti. Ben de yolun sağına geçerek, İstanbul Surları’ nın yanından yürüyüşe devam ettim. İstanbul’ un trafik sorununa katkı yapacağını düşündüğüm için, sahilden geçici uzaklaşmaya hoşgörüyle yaklaştım. Ayrıca, sahilde güzel bir sahil düzenlemesi ve yürüyüş yolu yapılacağı umudunu da koruyarak tabii ki. Çünkü bu bölüm, İstanbul Surları’ nı en iyi gördüğünüz ve yaşadığınız bir bölüm. Surlar dışında, yukarıda Topkapı, Gülhane Parkı, başlangıç kısmında uzaktan Galata Kulesi, yukarıda Ayasofya ve Sultanahmet görünüyor. Sağda da Marmara Denizi, Adalar, Kadıköy-Üsküdar.

Yani tarihin göbeğinde yürüyorsunuz. Ve muhteşem bir manzara eşliğinde. Bu bölümün çok iyi düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü İstanbul’ u dünyaya en iyi tanıtacak bölüm burası. Yürüyüş yolu olarak da, dünya şehirleri içinde en değerli ve güzel yürüyüş yolu olduğunu söyleyebilirim. Çünkü dünyanın birçok büyük şehrini gördüm, bu kadar tarihi ve güzel manzaraya sahip bir yürüyüş yolu görmedim. Bu yüzden Türkiye ve İstanbul turizmi açısından bu bölümün çok iyi düzenlenmesi ve gözümüz gibi bakmamız gerek. Burası, İstanbul’ un en vizyon bölgelerinden birisi.

Yenikapı Sahil Parkı Oldukça Güzel Olmuş

Tüpgeçit inşaatı nedeniyle, Yenikapı’ ya kadar yolun sağ kaldırımından yürüdüm. Yenikapı’ da, yeni yapılmış olan ve büyük toplantılar ve mitingler için kullanılan Yenikapı Toplanma Alanı’ na girdim. Burasının, birkaç miting için kullanıldığını hatırlıyorum. Şimdi, boydan boya yeşillendirilmiş ve sayısız orta boylu ve yüksekçe ağaçlar dikilmiş. Alanın büyüklüğüne ve hızlı ağaçlandırılmasına hayran kaldım. Burası, giderek büyük bir ormanımsı parka dönüşecek görünüyor. Alanın sahiline çıktım. Sahil de oldukça güzel ve temiz görünüyordu. Parkta, vatandaşlar piknik yapıyorlardı. Bir hayli yürüyen de gördüm. Bir kısmı turistti. Sahilde deniz açıkçası berrak ve temiz görünüyordu. Güneşlenen ve bu bölümde seyrek olarak denize girenlere rastladım. Denize giriş tertibatının olmadığını gördüm. Girenler de kayalıklar üzerinden görmek zorundaydılar.

Öncelikle bu parkı İstanbul’ a kazandıranlara teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Yapanlar kim olursa olsun. Benim oyumu alsalar da, almasalar da tavrım değişmez. Doğruya doğru, eğriye eğri. İyi işi takdir etmek ve yapanları onurlandırmak gerek. Hem Yenikapı’ da yapılan bu alan, hem de Maltepe’ de yapılan alanlar İstanbul gibi 20 milyona doğru giden bir şehrin büyük bir gereksinimi idi. Münih’ te böyle bir alan görmüştüm. Demişlerdi ki, “Burası Avrupa’ nın en büyük alanı. Birkaç yüz binlik konserler burada yapılıyor. Örneğin, meşhur Amerika sanatçıları Avrupa’ ya geldiği zaman, büyük konserleri bu meydanda veriyorlar ve tüm Avrupa’ dan hayranları burada toplanıyor”.

Ben de Münih’ teki alanı görünce hayran kalmış ve ülkem adına üzülmüştüm. Ancak o alanın bile, Yenikapı-Maltepe alanları yanında hem cüce, hem de bakımsız kaldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Münih’ teki alanın bir kısmı beton, bir kısmı da toprak/kum idi. Bazı bölümleri de yeterince bakımlı değildi. Alan olarak da Yenikapı’ dan oldukça küçüktü. Kim yaparsa yapsın, şu anda İstanbul’ un da çok iyi ve büyük iki toplantı/gösteri/konser alanı var. Artık ben de İstanbul adına bununla övünebilirim. Yapanlara tekrardan teşekkürler.

Yenikapı Toplanma Alanı’ nın sahilinde yürüyüş de oldukça keyifli. Uzaktan tarihi İstanbul bölümü görünüyor, deniz tarafında ise Adalar ve Marmara.

Bu park içinde, Yaşar Kemal Usta’ nın heykelinin yerleştirildiğini görünce daha da şaşırdım. 20. yüzyıl Türk edebiyatının en büyük romancısına sahip çıkılması ve heykelinin buraya dikilerek ölümsüzleştirilmesi de takdire değer bir davranış. Darısı 20. yüzyıl Türk edebiyatının en büyük şairi Nazım Hikmet’ in başına. Bu ustalar eleştirel sanatçılar da olsalar, Anadolu’ nun ve Türk insanının yaşamını, duygularını en iyi şekilde destanlaştıran ustalar. Yani bizim değerlerimiz. Onlara sahip çıkmayıp, kime sahip çıkacağız? Her devrin yanar-dönerlerine mi?

Bu park, Yenikapı’ dan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Samatya/İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi’ nin önüne kadar devam ediyor. Büyüklüğünü artık siz düşünün.

Buradan sahilden Zeytinburnu yönüne doğru yürümeye devam ettim. Yürüyüş yolu, sahilde burada da genelde güzeldi. Sahildeki deniz de genelde temiz görünüyordu. Denize girmeye müsait olan ve kayalık olmayan bölümlerde, bir hayli insanın denize girdiğini gördüm.

Kıyıda park niteliğindeki bölümler bazı yerlerde daralıyor, bazı yerlerde genişliyordu. Bu bölümlerde çok sayıda piknikçi ve mangalcı gördüm. Halkımız çimenlere yayılmış, mangal sefası yapıyorlardı. Çok hoş bir manzara olduğunu söyleyemem. Pikniğe evet, mangala hayır demek lazım.

16/9 Kuleleri Tarihi Eziyor

Yenikapı’ daki toplanma alanını yapanlara methiyeler dizdik. Haklarıdır. Ancak, bu bölüm yürüyüşün de bir ayıbı var ki, bu da zaten basına yansıdı. Şu 16/9 denilen kuleler, tarihi yarımadanın sırtına saplanmış hançer gibi durmaktalar. Ta Sarayburnu’ ndan itibaren, uzaktan gözü tırmalamaya başlıyorlar. Bu kulelerin ezdiği tek yer tarihi yarımada, Sultanahmet, Topkapı ve Ayasofya değil. Gördüm ki, bu çirkin kuleler İstanbul Surları’ nı da eziyorlar. Çünkü İstanbul Surları’ nın en gösterişli giriş kapısı ve dönüş noktası olan köşedeki bölüm bu çirkin kulelerin yalnızca birkaç yüz metre uzağında bulunuyor. Yazık oluyor güzelim İstanbul Surlarına.

Bu kulelerin yapımına ve yükselişine kimler izin vermiş, kimler göz yummuş hayret etmemek elde değil. Bu ülkenin kendi tarihini ve hazinelerini koruyan bir tane yöneticisi de mi yok? Bu kuleler yükselirken hiç görüp itiraz eden olmadı mı? Bu çirkin yapılara izin için kimler imza koydular? Bunların hepsi birer utanç belgesi.

Ama merak etmeyin, bu yapıların devam etmesi olanaksız görünüyor. O kadar çirkin görünüyor ve göze batıyorlar ki, tıraşlanmamaları olanaksız. Hangi iktidar gelirse gelsin, bu ayıbı gizleyemez. Her gelen yönetimin baş gündem maddelerinden birisi bu çirkin yapıların tıraşlanması olacak. Çünkü çok göze batıyorlar ve hiçbir yönetim de bunları tıraşlamadan toplum baskısından kurtulamaz.

Benzer bir ayıp yapı da Anadolu Yakası’ nda var. Onlar da çirkinlik abidesi olarak yükseliyorlar. Adını bilmiyorum ama, sanıyorum eski Tarım İl Müdürlüğü arazisi üzerine yapılan yapılar. Bunlar da tüm Anadolu Yakası’ nı ezmekteler. Muhtemelen ileride aynı tıraşlama talebi toplumdan bu yapılar için de yükselecek.

Bu şekilde sahilden Bakırköy’ e kadar yürüdüm. Bakırköy’ e kadar sahilde yürüyüşe bir engel yoktu. Bakırköy’ de sahil ile irtibat kesiliyor. Özellikle Ataköy’ e geçiş bölümünde. Eskiden Ataköy Tatil Köyü’ nün olduğu bölüm ve ilerisi tamamen kapatılmış durumda. Sahile geçişi çitlerle engellemişler ve içeride yoğun bir inşaat ve gökdelen faaliyeti yürüyor.

Sahilin İşgal Edilmesi Kabul Edilemez

Bildiğimiz kadarıyla, daha önce burada birkaç otel bulunuyordu ve çoğu bölümde halkın sahili kullanabilmesi engellenmiyordu. Şu anda yapılan inşaatlar dev büyüklükte görünüyor ve öyle bir yere kondurulmuş görünüyorlar ki, sanki kumsal, park ya da yürüme yolu olması gereken yerlere oldukça yüksek ve dağ görüntüsünü andıran inşaatlar yapılıyor.

Bu durum kabul edilebilir görünmüyor. Çünkü her haliyle normal dışı ve sırıtan, çirkin bir yapılaşma görüntüsünde.

Bunların devam etmemesi gerek. Çünkü bunlar, her zaman tartışma konusu olacaklar.

Tartışma konusu olan ve kamuoyunun vicdanını kanatan bu tür yapılar er veya geç bir gün yıkılıyor.

Aynen Boğaz manzarasını kirleten eski Park Otel’ in yıkılıp tıraşlandığı gibi.

Kanaatimce, Zeytinburnu sahilindeki, tarihin üzerine çökmüş 16/9 denilen yapılar da tıraşlanacak. Er veya geç. Çünkü bu yapılmadan toplumda kavga bitmeyecek.

Aynı tartışma, Anadolu Yakası Bağdat Caddesi üzerinde yükselen çirkin yapılar için de yapılacak görünüyor.

Bakırköy sahilinde kondurulmakta olan ve TOKİ tabelası nedeniyle, TOKİ uygulamaları konusunda rant imajını iyice pekiştiren bu yapılar da ya yıkılacaklar, ya da farklı şekilde değerlendirilecekler.

Şahsen ben sıradan bir vatandaş olarak bu binaların şahıslara ait konut, ticaret merkezi ya da rezidans olarak kullanılmasını kabul edemem. Hiçbir kişilikli ve onurlu vatandaş da kabul etmez.

Çünkü burası resmen kumsal. Her vatandaşın ve her İstanbullu’ nun burada hakkı bulunuyor. Burası kamu malı ve şahıslara peşkeş çekilemez.

Tek bir şeyi kabul edebilirim. O da burası Türkiye turizmine katkı yapacak şekilde dizayn edilir ve otel olarak düzenlenirse bunu kabul edebilirim.

Çünkü otel olarak değerlendirilmesi, burayı kamuya açık hale getirir ve Türkiye turizmine katkı sağlar. Bu katkı da tüm vatandaşlara yansır.

Bu durumun da bir şartı var. Kesinlikle sahil vatandaşa kapatılmamalı. Otel bile yapılsa, otelin önü denize sıfır olmayacak. Önünden tüm vatandaşların kullanabileceği bir yürüme yolu geçecek. Vatandaşlar, bu sahilden kesintisiz olarak yürüyebilecekler. Bu durumun sağlanması gerek.

Aksi durumda, bu yapıların bireysel rezidans ve konut gibi kişisel mülkiyete verilmesi, toplum da kavgayı derinleştirir.

Böyle bir hataya düşmemek gerek.

Bu inşaatlara bu şekliyle izin verenlerin de sorgulanması gerek. Eğer kaçak devam ediyorsa da durdurulması gerek.

Askeriyenin Arazisi Dikkat Çekiyor

Sahilde devam eden bu çirkin yapılardan sonra, uzunca bir yeri de Türk Silahlı Kuvvetleri’ ne ait bir arazi kaplıyor. Herhalde İstanbul henüz küçükken bu bölümler şehir dışı durumdaydı ve bu alanlar TSK’ ya tahsis edildi. Ancak şimdi, şehrin ortasında kalmış durumdalar. Kalsınlar, buna sözümüz yok. AVM veya rezidans olacağına yeşil alan garantisi olan TSK arazisi olarak kalması daha iyi. Burada sadece şu aklıma geldi. Atatürk Havalimanı ihtiyaca kesinlikle yetmiyor. Bu nedenle 3. Havalimanı yapılıyor. Acaba TSK’ ya ait bu arazi de Atatürk Havalimanı ile birleştirilse ve genişletilse olamaz mıydı? Teknik durumu bilmiyorum. Olabilir veya olamaz durumunu bilmiyorum. Sadece aklıma geldi.

Bu arada, 3. Havalimanı’ nı kesin bir ihtiyaç olarak görüyorum. İstanbul’ un coğrafi ve stratejik konumu değerlendirilmeli ve uçuşlar yönünden dünyanın transit merkezi haline getirilmelidir. Buna bir itirazım yok.

Ancak, Atatürk Havalimanı da iptal edilmemelidir. Yine havalimanı olarak hizmet sürdürmelidir. Yurt dışında görüyoruz, İstanbul’ un üçte biri büyüklükte şehirlerde 3-4 tane havaalanı bulunuyor. İstanbul’ a da 3 havalimanı hiç de fazla değildir. Hele AVM ve rezidans sözlerini duyunca midem bulanıyor. İstanbul, AVM’ lere boğulmuş durumdadır. Yeter artık. Bunların da çoğunun şehir dışına çıkarılması gerek.

Yeşilyurt-Florya Sahilinde Fenerliler

Askeriye arazisini geçtikten sonra, tekrardan deniz sahiline ulaşabilmek için, Yeşilyurt semtinden itibaren sokak aralarından bir hayli yürümeniz gerekiyor. Ondan sonra merdivenlerden sahile iniyorsunuz.

Yeşilyurt sahili oldukça kalabalıktı. Buradan Florya’ ya kadar uzunca bir sahil şeridi var. Bu kısım, halk tarafından yoğun biçimde kullanılıyor. Sahilde bir hayli denize girene rastladım. Deniz suyu, Sarayburnu, Boğaz ve Yenikapı sahili kadar temiz görünmese de, kabul edilebilir bir berraklıkta görünüyor. Sahilin park kısmında ise halkımız yoğun bir piknik ve mangal faaliyetine devam ediyor. Bazı bölümlerde dumandan geçilmiyor.

Yeşilyurt ve Florya Sahilinde beni en çok şaşırtan şey, Fenerbahçe forması giyen insanların çokluğu oldu. Benim de üzerimde bir Fenerbahçe armalı forma bulunmaktaydı ve Yeşilyurt-Florya sahilinde laf atma ve sataşma olursa da şaşırmayacaktım. Ancak şunu söylemeliyim ki, Anadolu Yakası’ ndaki Caddebostan-Bostancı sahili dışında, İstanbul’ da en çok Fenerbahçe formalı kişiyi Yeşilyurt-Florya sahihlinde gördüm. Çocuk yaştan 70’ lik insanlara, baş örtülü kadınlara kadar değişen profilde, bu sahilde 15’ ten fazla Fenerbahçe formalı insan gördüm. Bu kısımda, yalnızca 2 kişide Galatasaray forması gördüm.

Bu durum beni oldukça şaşırttı.

Sirkeci – Avcılar Sahil Yürüyüşünün Sonu

Yeşilyurt-Florya sahilinden Küçükçekmece’ ye kadar olan sahil, yürümeye oldukça elverişli görünüyor. Üstten aralıksız, her dakikada uçaklar iniş-kalkış için geçiyor. Bu semtlerde oturmak kolay olmasa gerek. Çünkü sürekli bir uçak gürültüsü var.

Hedefim, Avcılar ve Beylikdüzü’ ne kadar yürümekti. Bunun için sabah erken çıkmak gerekiyor. Bunu yapamadım. Sirkeci’ den itibaren aralıksız 7 saattir yürüyordum. 20 dakikadan fazla mola vermedim. Saat 19:00 olmuştu. Küçükçekmece sahilinden geriye doğru yürüdüm ve Florya sahilinde güzel görünümlü bir sahil kafesine oturdum. Hafif bir menü söyledim. Tesadüf, kafenin sahibi de aynı memleketlim çıktı. Ben, Kayseri Develi’ liyim. Annem ise Tomarza’ nın bir köyünden ve Avşar kökenli. Kafenin sahipleri de annemin yakın köyünden ve Avşar imişler. Neredeyse akraba çıkacaktık. Onlarla iyi ve kısa bir sohbetimiz oldu, hemen kaynaştık ve dost olduk.

Oradan doğru otobüse geçtim. Otobüse zor bindik, tıklım tıklımdı. Biz ön kapıdan bindik ve kart bastık. Ancak Florya’ dan Sirkeci’ ye kadar otobüs yolculuğunda gördüm ki, bir kişi ön kapıdan biniyorsa, 5 kişi güruh halinde bastırıyor ve orta kapıdan doluşuyorlar. Ödeme de yapmıyorlar. Binenlerin yarıya yakını da yabancıydı ve çoğunlukla da kalabalık Arap ailelerdi.

Belki bayram günü olduğu için böyledir. Ama diğer zamanlarda da böyleyse, işler fena. Belediye böyle bir kullanımda iflas eder.

Sirkeci’ den tekrar Marmaray ve ev. Eve geliş saat 22.30’ u bulmuş durumda.

ÜSKÜDAR-ANADOLUKAVAĞI SAHİL YÜRÜYÜŞÜ

19 TEMMUZ 2015 PAZAR

Bu yürüyüşü tersinden, yani Anadolukavağı’ ndan başlayarak Üsküdar yönüne doğru yapmaya karar verdim. Çünkü, akşam karanlığına kalırsam Beykoz-Anadolukavağı arasındaki ormanlık alanda kalmamak için.

Bunun için, yine Marmaray’ la Üsküdar’ a geldim. Buradan direkt Anadolukavağı otobüsü yoktu. Beykoz’ a bindim. Yine otobüsler tıklım tıklımdı. Şoför, bana Kanlıca civarındaki durakta inersem Anadolukavağı otobüsünü yakalayacağımı söyledi ve indim. Az sonra 15A Anadolukavağı otobüsü geldi ve kalabalıktan zar zor binebildim. Otobüste ayakta pestil olarak itişkakış halinde Üsküdar’ dan itibaren bir buçuk saati aşan sürede Anadolukavağı’ na gelebildik.

Anadolukavağı’ nda 15 dakika kadar sağa sola yürüyerek şöyle bir keşif yaptım ve aldığım bilgi doğrultusunda, eski Fenerbahçe Teknik Direktörü İsmail Kartal’ ın, “İsmail’ in Yeri” restoranında güzel ve lezzetli bir balık ve salata yedim. İsmail Hoca orda yokmuş, ama kardeşi ve personel oldukça yakından ilgilendiler.

Otobüs yolculuğunun uzun sürmesi nedeniyle, ancak Pazar saat 14:00’ te Anadolukavağı’ ndan Üsküdar’ a doğru yürüyüşe başlayabildim.

Anadolukavağı küçük ama şirin bir yer. Ancak binaları çok sıkışık görünüyor. Yolları da oldukça dar. Yoldan araba geldiğinde, yürüyebileceğiniz genişlikte bir kaldırımı bile bulunmuyor. Bunların düzenlenmesi gerekli.

Sanıyorum bayram nedeniyle, Anadolukavağı sahili oldukça kalabalık görünüyordu. Denize giren azdı, ancak deniz temiz görünüyordu. Halkımız sahilde daha çok piknik ve mangal faaliyetiyle meşguldü.

Anadolukavağı, 3. Köprü’ ye oldukça yakın. 3. Köprü’ nün yarım silueti yakından görünüyor. Burada tabii ki bir fotoğraf çektirdik.

Orman İçi Yol Yürüyüşü

Ondan sonra, orman içi yolda yürüyüşe başladım. Bu yol oldukça güzel bir yol. Ancak yürüyüş için bazı eksikler var. Bir kere, kaldırımlar bazı bölümlerde dar ve yola inmek zorunda kalıyorsunuz. Yolda benim gibi, sportif amaçlı yürüyen ve o bölgede oturan birkaç gence de rastladım. Bunun dışında, sportif amaçlı yürüyen yoktu. Genelde araçlarla geçiyorlardı.

Anadolukavağı-Beykoz arasındaki yol hiç de kısa değil. Kıvrılarak yükseliyor, sonra bir hayli kıvrımlarla döne dolana Beykoz’ a kadar devam ediyor. Yol tamamiyle ormanın içinden geçiyor. Yol kenarı arazinin tamamı TSK’ nın kontrolünde. 3-4 kere TSK’ nın askeri binalarının farklı giriş kapısının önünden geçiyorsunuz. Tepeye çıktıktan sonra, Beykoz’ a doğru mahalle aralarından yine kıvrılarak iniliyor.

Beykoz Tam Bir Hayal Kırıklığı

Yol güzel, ancak yol etrafındaki kaldırım ve yürüme yolu yetersiz görünüyor.

Anadolukavağı’ ndan Beykoz merkeze geliş, yaklaşık 2 saat kadar sürüyor.

Beykoz merkeze geldikten sonra, “Oh nihayet deniz sahiline geldim” diye umutlanıyorsunuz. Ama tam bir hayal kırıklığı.

Yürüdüğüm tüm sahil bölgelerinde, Beykoz kadar deniz kenarının az kullanıldığı, denize erişimin bu kadar zor olduğu ve denizin bu kadar kirli olduğu bir yere rastlamadım.

Muhtemelen belediyecilik hizmetleri çok başarısız.

Beykoz denilince akla yeşillikler içinde ve denizle iç içe bir semt imajı geliyor. Ama gerçek durum hiç de öyle değil. Bir kere Beykoz merkezin direkt deniz kenarı ile erişimi oldukça kısıtlı. Denize bir türlü ulaşılamıyor. Çeşitli özel mülk ve yalılarla halkın denize erişimi çok sınırlı bir kıyıya dönüşmüş. Ayrıca, önemli bir kısmı Paşabahçe Şişe Cam’ a ait boş bir arazi kaplıyor. Bu bölüm, deniz kıyısını bloke ediyor ve halkın kullanımını engelliyor. Diğer bir konu da denizdeki kirlilik. İstanbul’ da dolaştığım deniz kıyılarında, Beykoz Merkezi kadar kirli bir denize rastlamadım.

Sanıyorum bunun da nedeni, denize akıtılan kirli sular. Zaten yakında bulunan bir dere, Kadıköy’ deki Kurbağalıdere’ yi andırıyor.

Sonuç olarak Beykoz merkezi ve havalisini son derece düzensiz gördüm. Halkın denize erişimi kısıtlı, güzelim İstanbul Boğazı’ nın hali Beykoz merkezde berbat durumda ve göründüğü kadarıyla da halk bu bölgede bilinçsiz ve yeterince katılımcı görünmüyor. Bilinçli talep olmayınca da, yerel Belediye muhtemelen iyi çalışmıyor.

Beykoz civarında, deniz kıyısından yürüyüş olayını unutun. Deniz kenarında çok kısa süreli yürüyebiliyorsunuz. Ondan sonra, doğru araçların olduğu yola çıkmak zorundasınız. Üsküdar yönüne doğru yürüyüşte, yürüyüşünüz yüzde doksan oranında ana caddeden devam ediyor. Sağ tarafınızda deniz olduğunu biliyorsunuz, ama bir türlü denizi göremiyorsunuz. Sağ tarafınız genelde özel yalılarla işgal edilmiş durumda, sol tarafınız da genelde yamaca yaslanmış evler ve duvarlardan oluşuyor. Ayrıca, kaldırım da çoğu yerde oldukça dar. Hatta bazı yerlerde bir ayağınız kaldırımda iken, bir ayağınız havada asılı kalıyor. Caddeye inerek yürümeye kalksanız ve biraz dikkatli olmasanız, geçen araçlar resmen sizi biçer götürür.

Sonuç olarak, Beykoz’ dan itibaren Üsküdar yönüne doğru yürüyüş hiç de keyifli değil. Hatta oldukça sıkıcı olduğunu söyleyebilirim. Sağda ve solda duvarlar görüyorsunuz. Sözde İstanbul Boğazı boyunca yürüyorsunuz ama, İstanbul Boğazı’ nı bir türlü göremiyorsunuz.

Boğazın İki Yakası Arasında Büyük Fark Var

Yani Avrupa Yakası’ nın Bebek-Sarıyer bölümündeki İstanbul Boğazı sahili, Anadolu Yakası’ nda kesinlikle yok. Çok sınırlı bölümlerde deniz sahiline çıkabiliyorsunuz. Bunlar da fazla uzun sürmüyor ve yalılarla kesiliyor. Bunlardan birisi de Kuleli Askeri Lisesi’ nin önü. Allahtan bu lise yapılmış da, deniz kenarı açık kalmış. Yoksa burası da yalılarla dolardı.

Benim asıl şaşırdığım olay, Boğazın Anadolu Yakası’ nın nasıl bu kadar uzun hat boyunca parsellendiği ve işgal edildiğidir. Tabii ki bu olay, kısa bir dönemin işi değildir. Osmanlı döneminde padişahların Boğaz etrafındaki bölgeleri kızlarına, damatlarına ve paşalarına hediye ettiğini biliyoruz. Ancak o dönem, İstanbul küçüktü ve bu tür yalılar olsa olsa Beylerbeyi, Çengelköy civarlarına kadar uzanır. Halbuki bugün görüyoruz ki, Beykoz’ un ötelerine kadar sahil şeridi parsellenmiş ve halkın erişimine kapatılmış. Öyleyse, Osmanlı’ dan sonra da bu parselleme işi bugüne kadar devam etmiş demektir. Zaten, Beykoz bölgesinin rant savaşlarının temel alanlarından birisi olduğu sıklıkla basında da yer almaktadır.

Beykoz-Üsküdar arasındaki yolda, sınırlı bölümlerde sahile çıkılabildiğini belirttik. Az sayıdaki bu bölümlerde de, Boğaz’ ın Avrupa yakasında olduğu gibi, sahilde kazıklı yol çalışmasının başlatıldığını gördük. Bu sayede, sahilde yürüme yolu genişlemiş oluyor. Tabii ki bu durum olumludur. Bu uygulamanın yaygınlaştırılması gerekiyor.

Yine Avrupa Yakası’ nın aksine, Boğaz’ ın Anadolu Yakası’ nda sahil kısmında fazla park da yer almıyor. Bunlar içinde Kanlıca’ daki park, iyi düzenlenmiş tek park denilebilir. Bunun dışındaki, Kuzguncuk ve Paşalimanı’ nda yer alan parklar, oldukça küçük boyutta parklar durumundadırlar.

İstanbul Boğazı’ nın Anadolu Yakası’ nda da deniz suyu temiz ve berrak görünüyor. Tabii ki denizin görülebildiği bölgelerde. Beykoz bölümü hariç. Burada denizi kirleten Kurbağalıdere benzeri bir dere, denize karıştığı bölgede çevresel kirlilik yaratıyor.

Bazı bölümlerde, sınırlı sayıda denize girenlere rastladık.

Saat 14.00 sırasında Anadolukavağı’ nda başlayan yürüyüş, saat 21.00 civarında Üsküdar’ da sonlandı. Yani 7 saat kadar sürdü. Yolda mola süresi 20 dakikayı aşmadı.

Sonuç olarak, Arife günü akşamını da dahil edersek, Haliç etrafı, Sirkeci-Küçükçekmece sahili, İstanbul Boğazı’ nın Kabataş-Sarıyer ile Anadolukavağı-Üsküdar sahillerini kapsayan Ramazan Bayramı boyunca yaptığımız yürüyüş, 110 kilometre civarında oldu ve İstanbul sahilleri konusunda da bir kanaate sahip olduk.

KADIKÖY-PENDİK ARASI SAHİL YÜRÜYÜŞÜ

Bu yürüyüşü, bu Ramazan Bayramı’ nda yapmadık. Zaten sürekli olarak yapıyoruz.

Anadolu Yakası’ nın Kadıköy’ den başlayıp, Pendik’ e kadar devam eden yaklaşık 25 kilometreyi aşan sahildeki yürüme yolunun, şu ana kadar benim dünyada gördüğüm en iyi düzenlenmiş, en keyifli, en kaliteli ve en uzun yürüme yolu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu şehirler içine Paris, Londra, Roma, Atina, Viyana, Prag, Berlin, Düsseldorf, Münih, Kopenhag, Helsinki, Saint-Petersburg, Moskova, Bakü, Pekin, Şanghay, Kahire, İskenderiye, Barselona, Sevilla, Amerikan şehirlerinden NewYork, Filadelfiya, Miami, Orlando, Houston, Atlanta, Washington, Chicago, Dallas, New Orleans, San Fransisko, Los Angeles, San Diego şehirlerinin tümünü sayabilirim. Bu şehirlerin tümünü gördüm ve yürümek benim hobim olduğu için, bu şehirlerin tümünün en iyi yürüme parkurlarında yürüdüm. Bunların tümünün içinde, İstanbul’ un Anadolu Yakası Kadıköy-Pendik sahilinin açık ara dünyanın en iyi yürüme sahili olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kadıköy’ den başlayarak, Moda’ ya kadar yürüyüp, buradan kesintisiz olarak Moda Parkı’ na gelebilirsiniz. Buradan Kurbağalıdere etrafı boyunca yürüyüp, Yoğurtçu Parkı’ na gelirsiniz. Oradan, doğruca Kalamış Parkı’ na geçersiniz. İsterseniz, oradan Fenerbahçe Parkı’ na yürürsünüz. Ya da doğrudan Dalyan’ a geçip, Dalyan-Caddebostan arasında, yaklaşık 3 kilometre boyunca hiç arabaları görmeden ve egzoz dumanı solumadan yürüyebilirsiniz. Bu bölüm, İstanbul’ daki yürüyüş güzergahlarının en iyi bölümü. Hatta dünyadaki en iyi yürüyüş güzergahıdır. Çünkü araba trafiği ile hiç ilginiz yok. Sakin ve gürültüsüz. Egzoz dumanı yok. Sağ tarafta deniz ve Adalar manzarası. Bazı bölümlerden Topkapı, Sultanahmet, Ayasofya siluetini görebilirsiniz.

Caddebostan-Bostancı arasında, kesintisiz sahilden devam edebilirsiniz. Oradan doğruca Dragos’ a kadar, oradan da doğruca Kartal’ a ve Pendik’ e kadar yürüyebilirsiniz. Sahilde hiçbir kesinti olmadan. Sol tarafta genelde parklar ve ağaçlar eşliğinde, sağda da Marmara ve Adalar manzarası eşliğinde. Mevsimine göre, yer yer dut ve erik ağaçlarından dut ve erik yiyerek. İsterseniz çoğu yerde, denize atlayarak.

İSTANBUL SAHİLLERİ İLE İLGİLİ KONUNUN ÖZETİ

GÖZLEMLERİMİZ:

İstanbul’ un deniz kıyılarında yaklaşık 140 kilometreyi bizzat yürüyerek gözlemler yaptım ve bu gözlemlerle birlikte, önerilerimi tüm topluma ve görevlilere iletmek istiyorum. Bu gözlem ve önerilerin, bizzat yürüyerek yerinde tespit olduğu ve bir emek ürünü olduğu için, değerli kabul edilmesi ve dikkate alınması gerektiği kanısındayım. Bu işi para ile yaptıramazsınız. Ancak gönüllü birisi yapabilir. Ben de onu yaptım.

İşte gözlem ve önerilerimin özeti:

1. İstanbul Sahilleri Dünyanın En İyi Yürüme Sahilleri

İstanbul, gerçekten dünyadaki yürüme sahilleri en uzun olan metropol şehirlerin başında geliyor. Şu anda da halen bu durumdadır. Dünyadaki metropol şehirler içinde, yürüme sahilleri bu kadar uzun olan ve yürümeye elverişli olan başka şehir hatırlamıyorum. Bu bir nimettir. Değerini bilmeliyiz. Bunu geçekleştiren, bugüne kadarki tüm yöneticilere teşekkür etmeliyiz

2. Bazı Sahil Bölümlerinde Yürüme Hatlarında Engeller Var

Bununla birlikte, yürüme hatlarında bazı bölümlerde ciddi engeller var. Engeller en fazla Boğazın Anadolu Yakası’ nda, Üsküdar-Beykoz hattında görülüyor. Bir de, Haliç’ in Karaköy-Sütlüce arasındaki bölümde daha fazla. Bakırköy-Ataköy sahihlinde yeni kapatılan bölümler var. Boğazın Avrupa Yakası’ nda, Bebek’ ten sonra Sarıyer’ e kadar fazla sorun yok. Anadolu Yakası' nda, Kadıköy-Pendik sahilinde sorun yok.

3. Sahillerdeki Parklar Bazı Bölümlerde Yeterli, Bazı bölümlerde Yetersiz

Sahillerdeki parklar bazı bölümlerde yeterli ve iyi. Anadolu Yakası’ nın Kartal-Pendik arası hattı oldukça yeterli, iyi ve bakımlı. Avrupa yakasında Sirkeci-Avcılar hattında daha az, derinliği daha dar ve bazı bölümlerde yeterince bakımlı görünmüyor.

Yeni yapılan Yenikapı ve Maltepe Toplanma Alanları ve burada oluşturulan büyük parklar gerçekten oldukça gösterişli. Bu alanlar İstanbul ve Türkiye imajı için önemli katkılar sunacaktır. Ayrıca, halkın yaşam kalitesine de katkısı büyük olacaktır.

Haliç’ te, yine Karaköy-Sütlüce arası daha fakir, diğer bölümler daha iyi.

Boğazın Avrupa Yakası bu yönden de daha iyi, Anadolu Yakası sahil parkı yoksunu. Oldukça kısıtlı.

4. Parklar İyi Kullanılmıyor, Piknikçi ve Mangalcıların İstilasında

Gerek halkın kültürel alışkanlıkları, gerekse de denetim ve yaptırım eksiklikleri nedeniyle, parklar çok iyi kullanılmıyor. Çimenlere yayılma ve işgal fazla. Çok fazla mangal yakılıyor. Çok fazla çöp üretiliyor ve geride çöp bırakılıyor.

5. Deniz Suyu Çoğu Yerde Temiz Görünüyor

Deniz suyunun Boğazın her iki yakasında da genelde berrak olduğunu söyleyebilirim. Anadolu Yakası’ nda Beykoz ve Avrupa Yakası’ nda Büyükdere’ de bir alan dışında. Anadolu Yakası’ nda Kurbağalıdere nedeniyle Kalamış koyu ve çevresi iyi değil. Diğer bölümleri daha iyi. Avrupa Yakası genelde iyi, bazı bölgeler dışında. Bunlar da Bakırköy yöresinde. Haliç etrafı bazı bölümlerde kısmen iyi, Sütlüce-Alibeyköy’ e doğru daha bulanık.

6. Denize Giriş Altyapısı Yok

Denizin temiz olduğu çoğu bölgede de, denize giriş altyapısı yok. Genelde kayalar ve yüksek beton duvarlar bunu engelliyor.

7. Başka Kurbağalıdereler de Varmış!

Basında sürekli olarak, Fenerbahçe’ deki Kurbağalıdere yazılıyor. Yakında burasının arıtma sorunu çözülecek, Kalamış koyu ve devamı en temiz yerlerden birisi haline gelecek. Ancak gördük ki, İstanbul sahillerinde başka Kurbağalıdereler de varmış. Bir kere Bakırköy-Ataköy arasında gördüğüm bir derenin kirli debisi Kurbağalıdere’ nin birkaç katı fazla. Bakırköy’ de bir tane daha gördüm. Haliç’ in sonunda, Alibeyköy tarafından gelen dere de çok kirlilik yaratıyor. Avrupa Yakası’ nda Büyükdere’ de böyle kirli bir dere gördüm. Beykoz’ da da böyle kirli bir karışım var.

8. İstanbul Siluetini Bozan Yapılar

Değişik bölümlerde değişik yapılar var. Çoğuna katlanılabilir diyelim. Ama Zeytinburnu’ndaki 16/9 denilen yapı tarihi çok eziyor ve İstanbul üzerinde kara bir gölge gibi. Yine Anadolu Yakası Bağdat Caddesi Göztepe civarındaki 3-4 kule çok sırıtıyor ve İstanbul’ u eziyor. Bakırköy-Ataköy sahilinde yeni yapılan TOKİ damgalı inşaatlar da adeta kumsal üzerinde yükseliyor ve açıkça çirkin bir görünüm oluşturuyorlar.

9. Haliç Kongre Merkezi İsabetli Olmuş

Haliç Kongre Merkezi gerçekten isabetli olmuş. İstanbul için bir kazanç. Ayrıca, mimari olarak da uyumlu ve güzel görünüyor. Yapanlara teşekkür etmek gerek. Buraya erişim kolaylaştırılmalı ve çevresi iyileştirilmeli.

10. Marmaray ve Metronun Yaşama Katkısı Çok Fazla

Ben, kendi kullanımımda da gördüm ki, Marmaray ve Yenikapı-Hacıosman metrosu’ nun yaşama katkısı çok fazla ve yaşamı kolaylaştırıyorlar. Yine yapanlara teşekkür ediyoruz.

11. Fenerbahçe Formalı Kişi Sayısı Belirgin olarak Fazla

İstanbul sahillerinde şunu gördüm ki, Fenerbahçe forması giyen taraftar sayısı, diğerlerine göre belirgin olarak fazla. Kadıköy-Pendik sahili hariç, diğer tüm sahillerde 35 kişide Fenerbahçe forması sayarken, yalnızca 7 kişide Galatasaray, 4-5 kişide Beşiktaş ve 2-3 tane de Barselona formalı kişi gördüm. Fenerbahçe formalıları en fazla Haliç’ in Sütlüce-Eyüp arasında, Bakırköy sahilinde ve en yoğun olarak da Yeşilyurt-Florya sahilinde gördüm. Bir de Beykoz yöresinde. Kadıköy-Pendik hattını saymıyorum, çünkü burada çok yoğun olarak görülüyorlar. Diğer takımlara ait bir yoğunlaşma görmedim.

Herhalde Fenerbahçe taraftarları kulüplerine daha fazla sahip çıkıyorlar. Bir de, renklerin daha güzel olmasından dolayı giyime daha uygun olmaları nedeniyle tercih edildikleri söylenebilir. Sert ve cırtlak renkler fazla tercih edilmiyor görünüyor.

İSTANBUL SAHİLLERİ İLE İLGİLİ ÖNERİLER

1. Öncelikle İstanbul’ un Değeri Hakkında Farkındalık Yaratılmalı

Bir kısmını bu yazı içinde de saydığım gibi, dünyanın pek çok büyük şehrini gördüm. Kesinlikle İstanbul bütün yönleriyle dünyanın en güzel şehri. 8500 yıla uzanan ve her zaman imparatorlukların başkenti olmuş derin tarihi birikimi ile birlikte doğal güzellikleri bir arada bulunduran, her yanıyla dinamizm dolu ve 24 saat yaşayan, çok kültürlü ve kozmopolit yaşamı bir arada yoğuran, her ekonomik düzeyde insana yaşam hakkı sunan, 20 milyona dayanan nüfusuna rağmen dünyanın çoğu büyük şehrinden çok daha güvenli olan ve tüm bu özellikleri birlikte barındıran böyle bir şehir şu anda dünyada tektir.

Ulusumuzun öncelikle bunu anlaması, öğrenmesi ve bu değere titizlikle sahip çıkması gerekmektedir. Yani, toplumun üstüne oturduğu değer hakkında farkındalığa sahip olması gerekmektedir.

Bu da hem devlet kuruluşlarının, hem de sivil toplum kuruluşlarının, basının, yazar-çizerlerin ve tüm gönüllü bireylerin görevidir.

Ülkemizi ve özellikle de İstanbul’ u değersizleştirme yaklaşımlarından vazgeçelim.

“Bu şehirde yaşanmaz kardeşim” tarzında konuşanlar ve yazanlar var. Ama hiçbiri de bu şehri terk etmiyor ve gitmiyorlar. Çoğunun imkanı da var. O zaman gitsinler yaşamak istedikleri şehirde yaşasınlar. Ama, su içtikleri kabı kirletmesinler. İyileştirilmesine katkıda bulunsunlar.

“Bu olay dünyanın hangi şehrinde oluyor” tarzında söylemler var. Her olay, dünyanın çoğu yerinde oluyor. Bu yönden biz ayrıcalıklı ve en kötü değiliz. Bu coğrafyada ve bu toplumsal bileşimde binlerce yıldır ne isek O’ yuz. Yani olduğumuz gibiyiz. “Olması gereken” diye bir şey yok. Toplumlar istemekle olması gereken hale getirilemezler. Toplumsal koşullar neyse, o doğrultuda şekillenirler. Yani kendi dinamikleri ile şekillenirler. Yönetenler, ancak bu doğrultudaki şekillenmeye olumlu ya da olumsuz katkı yapabilirler. Ancak, tüm toplumsal dinamiği bütünüyle değiştiremezler.

Yani su, kendi yolunu er veya geç buluyor.

Biz de buyuz. Olduğumuz gibiyiz. Bizi bu halde kabul edin, benimseyin ve hazmedin ki, hep birlikte kendimizi iyileştirme çabasına girelim.

Bu nedenle, hep birlikte İstanbul’ a sahip çıkma, İstanbul’ u onurlandırma ve iyileştirme kampanyasına ihtiyacımız bulunuyor.

2. İstanbul Sahillerinde Erişimi Artırmalı, Sahillerdeki Engelleri Azaltmalıyız

İstanbul, şu anda bile deniz kenarındaki yürüme alanlarına erişim ve bu alanların uzunluğu yönünden metropol şehirler içinde dünyanın en iyi şehri. Sirkeci-Avcılar arasında 40 kilometreye varan bir sahil şeridi var ve sınırlı engeller var. Anadolu yakasında Kadıköy-Pendik arasında 30 kilometrelik engelsiz sahil yürüme alanı var. Haliç etrafında şu anda 10 kilometreyi aşan yürüme alanı var. Kabataş-Rumelikavağı arasında 25 kilometrelik bir sahil şeridinin çoğu yeri kabul edilebilir düzeyde. Üsküdar-Anadolukavağı arası sahil şeridi üzerinde çalışılmalı. 25-30 kilometrelik şeridin ancak 15 kilometresi elverişli.

Şu anda toplamda 120 kilometreye yakın sahil şeridinde yürümek mümkün. Bu miktar daha iyileştirilebilir ve artırılabilir.

Bugün Paris’ te Seine Nehri kenarında kesintisiz fazlaca yürüyemezsiniz. Aynı durum, Londra’ da Times Nehri için geçerli. New York dahil tüm Amerikan şehirlerinde deniz veya nehir kıyılarında kıyılar öncelikle insanların yürümesi için değil, endüstrinin kullanımı içindir. Yani öncelikle gemilerin yükleme-boşaltma terminalleri gelir. Kıyıların çoğu, gemilere, endüstriye ve şirketlere verilmiştir. Birazcık yürür, biraz sonra karşınızda koca bir duvar ve yasak alanla karşılaşırsınız.

İstanbul bu yönden çok sosyal bir şehir. Kıyılar sosyal demokrat bir düşünceye açık olarak düzenlenmiş görünüyor. Yani diğer ülkelere göre daha halka yakın ve sosyal durumdadır. Bu gerçeği, çoğu kişi bilmiyor.

İleri demokrasiye sahip batı ülkelerinin çoğu, kendi kıyılarını İstanbul kadar fazla halka kullandırmıyorÖncelikle endüstrisine ve şirketlerine kullandırıyor. Halk, oldukça arkalarda kalıyor.

Ama bununla da yetinmeyelim. Sahillerdeki halka açık bu nimeti daha da iyileştirelim.

a) Öncelikle Haliç’ in Karaköy-Sütlüce tarafı sahili geliyor. Çünkü burası turizmin göbeği. Milyonlarca turist buralarda yürüyor ve dolaşıyor. Şu anda Karaköy’ den itibaren başlayan bölüm oldukça eski ve dağınık durumda. Ben, yürüyüş sırasında burada çitlerle çevrilmiş alanda bir çalışma gördüm. Yetkililere önerim, bu bölüm olabildiğince kesintisiz olarak Haliç Köprüsü’ ne kadar yürüme sahili olarak düzenlensin. Gerekirse bazı alanlar, Boğazda olduğu gibi kazıklı yol ile geçilsin. Ama turistler ve halkımız, kesintisiz olarak Haliç etrafında yürüyebilsin.

b) İkinci önemli bölge, Sirkeci-Yenikapı arasıdır. Burası da tarihi yarımadanın par